Netflix’in yeni belgeseli, Toronto’nun eski belediye başkanı Rob Ford’un çalkantılı siyasi kariyerini masaya yatırarak, bir zamanlar tüm dünyayı hem büyüleyen hem de şaşkına çeviren bir hikâyenin otopsisini çıkarıyor. Felaketler Dizisi: Skandalların Başkanı adını taşıyan film, görev süresi boyunca tırmanan skandallarla anılan ve Kanada’nın en büyük şehrinin yönetimini uluslararası bir medya gösterisine dönüştüren bir liderin inanılmaz yükselişini ve görkemli çöküşünü anlatıyor.
Bu yapım, yayın platformunun Trainwreck (Felaketler Dizisi) adını taşıyan sekiz bölümlük antoloji serisinin ikinci halkası. Seri, “ana akım medyada patlayan en çılgın ve en tuhaf olaylardan bazılarını” mercek altına alarak, her hafta farklı bir kamusal felaketi inceliyor. Ford bölümü, trajik Astroworld müzik festivali, kötü şöhretli “Kaka Gezisi” ve “Balon Çocuk Aldatmacası” gibi diğer “kültürel felaketlerin” incelendiği bölümlerin arasına katılıyor. Bu bağlamsal çerçeve oldukça önemli. Rob Ford’un hikâyesini bu diğer olayların yanına koyarak seri, asıl amacının geleneksel bir siyasi biyografi sunmak değil, bir medya fenomeninin anatomisini çıkarmak olduğunu gösteriyor. Serinin adı bile bir anlatı filtresi görevi görerek izleyiciyi Ford’un hikâyesini kaos, felaket ve kamusal gösteri merceğinden yorumlamaya hazırlıyor. Bu yorum, filmi “insanın gözünü alamadığı bir kaza” olarak tanımlayan eleştirilerle de pekiştiriliyor. Odak noktası, belediye politikalarının inceliklerinden çok, “kaosun” kendi mekaniği üzerinde duruyor.
Film, net bir anlatı çizgisi kuruyor: Siyasi düzen ve medya tarafından “şaka” olarak görülen küstah, popülist bir belediye meclisi üyesi, tüm beklentileri altüst ederek “şok edici ve ezici bir zaferle” belediye başkanı seçilir. Ancak yönetimi, kısa sürede sinopsisin “ağır çekim bir felaket” olarak tanımladığı bir sürece evrilir. Sert uyuşturucu kullanımı iddialarını da içeren amansız bir “skandal çığı”, kendisini crack kokain içerken gösterdiği iddia edilen kötü şöhretli bir videonun ortaya çıkmasıyla tetiklenen “uluslararası bir medya çılgınlığıyla” doruğa ulaşır.

Bir “Felaketin” Anatomisi: Anlatı Kurgusu ve Yönetmenin Vizyonu
Belgeselin yönetmen koltuğunda, önceki çalışmaları “güçlü, düşündürücü hikâyeler” ve “olağanüstü durumlardaki” bireylerin öykülerini anlatan “karakter odaklı belgeseller” üzerine olan Shianne Brown oturuyor. Brown’un benimsediği yaklaşım, Ford destanına da yansıyan özgünlük ve hassasiyeti vurguluyor. Film, yapım şirketleri RAW ve BBH Entertainment tarafından üretilirken, yönetici yapımcı ekibinde, beğenilen belgesel Üç Tanıdık Yabancı‘nın arkasındaki isim olan Tim Wardle da yer alıyor. Bu da kaliteli, anlatı odaklı bir sinema anlayışına işaret ediyor.
Anlatı, Ford’u iktidara taşıyan belediye başkanlığı seçimiyle başlayan ve ardından gelen “skandal sarmalını” izleyen klasik bir yükseliş ve düşüş kroniği şeklinde yapılandırılmış. Yönetmenin ilgi alanlarına uygun olarak hikâye, gazeteciler, tanıklar ve siyasi çevrelerden isimler de dahil olmak üzere “kaosun ortasında kalanların perspektifinden” anlatılıyor. Bu yaklaşım, siyasi fırtınanın merkezindeki insani dramı ön plana çıkarıyor.
Filmin belirleyici bir özelliği ise kısalığı. Sadece 49 dakikalık süresiyle belgesel, olayların oldukça sıkıştırılmış bir versiyonunu sunuyor. Ford’un belediye başkanlığı, çıkar çatışması davasından aile içi şiddet iddialarına, sayısız kamuoyu gafından madde bağımlılığına yönelik kapsamlı polis soruşturmasına kadar çok sayıda karmaşık ve iç içe geçmiş tartışmayla dolu dört yıllık bir dönemdi. Bir eleştirmenin belirttiği gibi, eski belediye başkanı “49 dakikaya sığdırılamayacak kadar çok kaos” yarattı. Bu yoğun format bir gözden kaçırma değil, bilinçli bir anlatı tercihi. Yapım ekibinin karmaşık hikâyeler anlatma kapasitesi göz önüne alındığında, kısa süre, filmin amacının kapsamlı bir tarihsel kayıt oluşturmak olmadığını gösteriyor. Bunun yerine, “felaketin” içgüdüsel özünü yakalayan, yoğun ve etkili bir izleme deneyimi sunmayı hedefliyor. Bu da zorunlu olarak, daha incelikli ve daha az sansasyonel siyasi veya hukuki alt metinler yerine, görsel olarak en dramatik ve en çok ses getiren anlara – özellikle crack skandalı ve Ford’un kamusal patlamalarına – odaklanan son derece seçici bir yaklaşım gerektiriyor. Sonuç, skandalın “en büyük hitlerini” tercih eden bir anlatı. Bu tercih, ansiklopedik derinliği feda ederek anlatı ivmesi ve duygusal etki lehine izleyicinin anlayışını şekillendiriyor.
Gerçekliğin Grenli Merceği: Arşiv Görüntüleri Başrolde
Belgeselin anlatı omurgasını, hikâyede adeta merkezi bir karakter rolü üstlenen yoğun bir arşiv görüntüleri kolajı oluşturuyor. Film, bir eleştirmenin “heyecan verici derecede grenli görüntüler” olarak tanımladığı, Ford’un en kötü şöhretli ve en savunmasız anlarının, yakın çevresi ve görgü tanıkları tarafından düşük kaliteli cep telefonlarıyla çekilmiş kayıtlarına dayanıyor. Bu kayıtlar arasında onu crack piposundan duman çekerken, ürkütücü bir netlikle ölüm tehditleri savururken ve Jamaika Patois lehçesiyle tuhaf nutuklar atarken gösteren klipler bulunuyor.
Vatandaşlar tarafından oluşturulan bu düşük çözünürlüklü, titrek kameralı estetik, teknik bir sınırlama değil, temel bir anlatı unsuru. Ham, filtresiz bir anındalık hissi vererek izleyiciyi, skandalı dedikodu siteleri ve sosyal medya akışlarında gerçek zamanlı olarak takip eden birinin konumuna yerleştiriyor. Bu klipler, bir gözlemcinin “bir film yapımcısı için altın değerinde” olarak nitelendirdiği, bir kamu figürünü en dipte yakalayan, düzenlenmemiş, birinci elden kaynaklar. Belgesel, bu ham görüntüleri, Toronto Belediye Meclisi salonlarındaki resmi kayıtlar – Ford’un salonu geçip Meclis Üyesi Pam McConnell’ı devirdiği an da dahil olmak üzere – ve crack videosu hikâyesini ilk kez ortaya çıkaran Toronto Star ve Gawker gibi yayın organlarının o dönemki haberleriyle yan yana koyuyor.
Arşiv materyallerine bu denli yaslanmak, basit bir görselleştirmeden daha fazlasına hizmet ediyor. Rob Ford’un hikâyesinde, grenli cep telefonu videosu yalnızca eylemlerinin bir kanıtı değil; tüm kamusal çöküşün katalizörü. Skandal, onu ortaya çıkaran mecradan ayrılamaz. Bu görüntüleri merkeze alarak belgesel, sadece bir politikacının düşüşünü değil, aynı zamanda dijital çağda yurttaş gazeteciliğinin yıkıcı gücünü ve akıllı telefon kamerasının kalıcı, affetmez merceğini de anlatıyor. Filmin estetik tercihleri – kaynak materyalinin kaotik, düşük çözünürlüklü doğasını benimsemesi – bir meta-yorum biçimine dönüşüyor. Aslında, mecra mesajın ta kendisi. Belgesel, modern medyanın amansız ve demokratikleşmiş bakışları altında bir kamusal yaşamın nasıl çözüldüğünü keşfetmek için görüntülerin dokusunu kullanıyor ve izleyici için “medya çılgınlığının” kafa karıştırıcı deneyimini yaşandığı gibi yeniden yaratıyor.
Fırtınanın Gözünden Sesler: Bir Tanıklar Korosu
Rob Ford’un kendisi hayatta olmadığı ve yalnızca arşiv görüntülerinde yer aldığı için, belgeselin anlatısı, olayları kendi bakış açılarından aktaran bir tanıklar korosu tarafından taşınıyor. Film, “bu çılgınlığı ilk elden yaşayan içerdekiler, tanıklar ve gazetecilerin” gözünden anlatılarak, benzersiz derecede kaotik bir dönemin kolektif bir otopsisini oluşturuyor. Bu katılımcılardan biri de, Ford’un tüm görev süresi boyunca mecliste yer alan ve kargaşaya içeriden siyasi bir bakış açısı sunan Toronto Belediye Meclisi Üyesi Josh Matlow.
Bu röportajlar veya “konuşan kafalar”, dağınık arşiv görüntülerini birbirine bağlayan yorumlayıcı çerçeveyi sağlıyor. Onlar, “belediye binasını bir sirke çeviren” bir yönetimi ve “bir gram bile güvenilirliği olmayan sıradan bir adam” olarak gördükleri bir lideri hatırlıyorlar. Başkahramanla günümüzde röportaj yapılamadığı için film, bir biyografiden çok, siyasi fırtınadan sağ kurtulanlar tarafından şekillendirilen ve düzenlenen bir kamusal hafıza egzersizine dönüşüyor.
Bu seslerin seçimi, kritik bir anlatı eylemi. Belgesel, “kaosun ortasında kalanlara” söz hakkı tanıyor; bu, yönetmen Shianne Brown’un “olağanüstü durumlardaki” insanların hikâyelerini anlatma odağıyla örtüşen bir tercih. Onun belirtilen amacı sadece bilgilendirmek değil, aynı zamanda izleyicinin o anları hissetmesini sağlamak. Bu da röportajların, muhtemelen şehrin şaşkınlık, hayal kırıklığı, skandal ve tükenmişlikten geçen kendi yolculuğunu yansıtan duygusal bir yay oluşturacak şekilde seçildiğini düşündürüyor. Böylece belgesel, Ford yıllarına dair özel ve güçlü bir kolektif anı inşa ediyor. Ford’un kardeşi ve siyasi müttefiki Doug Ford gibi kilit savunucuların veya eski Polis Şefi Bill Blair gibi baş antagonistlerin yokluğu, filmin odağını basit bir siyasi savaştan, benzeri görülmemiş bir liderlik kriziyle boğuşan bir şehrin daha bütüncül bir hikâyesine kaydıran önemli bir tercih olurdu. Sonuç, tek bir kahramanın iddialarına değil, siyasi bir çöküşe yakından tanıklık eden bir topluluğun ortak ifadesine dayanan bir anlatı.
Siyasi Bağlam: “Ford Ulusu”nu ve Sonrasını Yapısöküme Uğratmak
Belgesel, Rob Ford’u iktidara taşıyan siyasi hareketi derinlemesine inceliyor ve onu, banliyölerdeki derin bir hoşnutsuzluk kaynağından başarıyla yararlanan, sistem dışından gelen popülist bir figür olarak tasvir ediyor. Kampanyası, Belediye Binası’ndaki “israf düzenine son verme” vaadinde özetlenen, mali muhafazakârlık ve elit karşıtı basit ama yankı uyandıran bir mesaja dayanıyordu. Kendisini vergi mükelleflerinin şampiyonu olarak konumlandırdı, “arabaya karşı savaş” olarak adlandırdığı şeye karşı çıktı ve kendisini “şehir merkezindeki elitler” tarafından görmezden gelindiğini ve hor görüldüğünü hisseden işçi sınıfı banliyö sakinlerinin sesi olarak sundu. Film, bu platformun Toronto içindeki coğrafi ve sosyo-ekonomik bölünmelerden nasıl yararlandığını ve “Ford Ulusu” olarak bilinen sadık bir taban oluşturduğunu inceliyor. Göçmen karşıtı söylemlere başvuran birçok sağcı popülistin aksine, Ford’un çekiciliği, mali kısıtlama mesajına ve sosyal olarak muhafazakâr, aile yanlısı değerlerine yanıt veren şehrin banliyölerindeki çeşitli, yeni göçmen topluluklarına kadar uzandı.
Ancak göreve geldikten sonra yönetimi bir “skandal çığı” ile anılır oldu. Belgesel, politika anlaşmazlıklarının çok ötesine uzanan düzensiz bir davranış modelini gözler önüne seriyor. Bu, çok sayıda halka açık sarhoşluk vakasını, ırkçı ve homofobik olarak nitelendirilen bir dizi saldırgan ve tartışmalı açıklamayı, aile içi huzursuzluk nedeniyle evine yapılan çok sayıda polis çağrısını ve mecliste müttefiklerini bile yabancılaştıran çatışmacı bir üslubu içeriyordu. Ford, alkollü göründüğü için bir askeri galadan atıldı, siyasi bir rakibine cinsel tacizde bulunmakla suçlandı ve özel futbol vakfı için bağış toplamak amacıyla resmi konumunu kullandığı için onu neredeyse görevden alacak bir çıkar çatışması davasıyla karşı karşıya kaldı. Bu düşüşün merkezinde ise, filmin titizlikle yeniden kurguladığı, geniş kapsamlı crack kokain skandalı yer alıyordu.

Yolun Sonu: Modern Siyaset Üzerine Ayıltıcı Bir Değerlendirme
Son analizinde, Felaketler Dizisi: Skandalların Başkanı, Rob Ford dönemini sadece yerel bir siyasi anormallikten daha fazlası olarak sunuyor; günümüz siyaseti için net yankıları olan uyarıcı bir masal olarak çerçeveleniyor. Belgesel, “Kanada siyasetini skandallarla sarstığını” ve şehir yönetimini bir “sirke” indirgediğini, ardında bir kaos mirası bıraktığını tasvir ediyor.
Film, Ford fenomeninin yeni ve daha değişken bir popülizm türünün habercisi olduğunu öne sürüyor. Meclis Üyesi Josh Matlow’un bir röportajda belirttiği gibi, “Trump döneminde bu çalkantılı deneyimden öğrenilecek çok şey var”. Belgesel, Ford’un sık sık isim vererek saldırdığı medya ile olan kavgacı ve düşmanca ilişkisini, güçlü elit karşıtı söylemini ve herhangi bir geleneksel siyasi kariyeri sona erdirecek sonsuz bir skandal akışına rağmen ateşli bir destekçi çekirdeğini koruma konusundaki olağanüstü yeteneğini vurguluyor. Filmde anlatılan en çarpıcı detaylardan biri, ilk videonun bildirilmesinden sonra yapılan bir anketin, şehrin yarısının Ford’un medyanın hikâyeyi uydurduğu yönündeki iddialarına inandığını ortaya koymasıdır. Gazeteciler için bu, siyasi hesap verebilirliğin geleneksel kurallarının değiştiğine dair bir “uyarı ziliydi”.
Nihayetinde belgesel, siyasi ve medyanın yarattığı bir yangının 49 dakikalık bir özeti. “Felaketin” içgüdüsel, kaotik deneyimini yakalama hedefine ulaşan, sıkı bir şekilde kurgulanmış bir anlatı. Gösteriyi tarafsız bir tarihsel analizden önde tutarak film, bir kamu figürünün modern medyanın amansız bakışları altında nasıl çözülebileceğine dair güçlü bir çalışma olarak hizmet ediyor ve arkasında tartışılmaya devam eden karmaşık bir miras bırakıyor.
Felaketler Dizisi: Skandalların Başkanı, 17 Haziran 2025’te Netflix‘te yayınlandı.