Zaferin saliselerle ölçüldüğü ve şöhretin bir metaya dönüştüğü elit atletizmin acımasız dünyasında, insan kendinden ne kadarını feda etmelidir? Netflix’te yayına giren sekiz bölümlük yeni İspanyol draması Olympo‘nun ortaya attığı temel ve rahatsız edici soru bu. Dünya çapında bir fenomen haline gelen Élite‘in yaratıcı gücü Zeta Studios’tan çıkan dizi, izleyicileri üst düzey bir antrenman merkezinin yüksek basınçlı atmosferine çekiyor. Yapım, gençlik dramasının tanıdık gerilimlerini bir gerilimin keskin hatlarıyla harmanlayarak uluslararası başarı için kanıtlanmış bir formülü takip ediyor: manyetik bir genç oyuncu kadrosu, hırsların çarpıştığı klostrofobik bir ortam, merkezi bir gizem ve anlatının dokusuna ustalıkla işlenmiş kuir hikayeler.
Pireneler Yüksek Performans Merkezi’nin Soğuk Duvarları Arasında
Dizi, İspanya’nın en umut vadeden genç sporcuları için hem bir antrenman sahası hem de bir eritme potası görevi gören Pireneler Yüksek Performans Merkezi’nin (CAR Pirineos) zorlu duvarları arasında geçiyor. Burası cennet gibi bir kamp değil; bir karakterin ifadesiyle, “mükemmel bedenler kılığına girmiş köpekbalıkları, yılanlar ve akbabalarla dolu bir kafes.” Bu acımasız tanım, yaşanacak amansız rekabetin tonunu en başından belirliyor. Hikaye, artistik yüzme milli takımının disiplinli ve dokunulmaz görünen kaptanı Amaia Olaberria’nın, en yakın arkadaşı Núria Bórges tarafından ilk kez geçilmesiyle alevleniyor. Bu kişisel yenilgi, Amaia’nın diğer sporcuların performanslarında açıklanamayan artışlar fark etmesiyle büyük bir şüpheye dönüşüyor ve kurum içinde yaygın bir doping komplosunun fitilini ateşliyor. Nihai ödül ise, hedefleri giderek daha uğursuz görünen güçlü ve gizemli bir spor giyim markasının, Olympo‘nun, sunduğu kazançlı sponsorluk anlaşması. Ancak bu şirket, ana bir düşmandan çok, bu gençleri etik sınırlarının sonuna kadar zorlayan para ve şöhretin yozlaştırıcı etkisini temsil eden tematik bir katalizör görevi görüyor. Hikaye, kurumsal bir komplodan ziyade, zaferin vaat ettiği şöhrete umutsuzca tutunanların yaşadığı ahlaki çöküşü anlatıyor.

Hırslı Rakiplerden Oluşan Göz Alıcı Bir Kadro
Olympo, karakterlerinin tutkularını ve çaresizliğini inandırıcı bir şekilde canlandıran genç ve yetenekli bir oyuncu kadrosuna sahip. Kendi jimnastik geçmişi, rolüne atletik bir özgünlük katan Clara Galle, Amaia Olaberria’yı canlandırıyor. Amaia, yolculuğuna sistemin çelik gibi bir kararlılıkla şekillendirdiği bir ürün olarak başlasa da zamanla bu sistemin baş araştırmacısına dönüşüyor. Ona, Élite’ten tanıdığımız Nuno Gallego, karanlık ve çelişkili erkek arkadaşı rugby oyuncusu Cristian Delallave rolüyle eşlik ederken, María Romanillos ise rakibi Núria Bórges’i canlandırıyor. Kadroda ayrıca trajik bir geçmişi olan atletizm yıldızı rolünde Nira Osahia ile rekabet ağına yakalanmış diğer sporcular olarak Martí Cordero ve Najwa Khliwa da yer alıyor. Ancak dizinin öne çıkan figürlerinden biri, Uruguaylı eski profesyonel bir rugby oyuncusu olan ve bu deneyimi rolüne somut bir gerçekçilik katan Agustín Della Corte’nin canlandırdığı tartışmalı rugby oyuncusu Roque Pérez. Çatışmaları kendi hırslarından kaynaklanan karakterlerle dolu dizide Roque, hikayenin ahlaki pusulası ve empati merkezi olarak beliriyor. Onun temel mücadelesi içsel şeytanlarla değil, rugby’nin hiper-maskülen dünyasındaki homofobi gibi dışsal önyargılarla. Bu yaklaşım, karakterini yücelterek, zehirli bir kültüre karşı isyanını ve takım arkadaşı Sebas Senghor (Juan Perales) ile olan ilişkisini cesur bir duruşa dönüştürüyor. Onu, dürüstlüğün genellikle bir dezavantaj olduğu bir dünyada bütünlüğün sembolü olarak konumlandırıyor.
Fedakarlık, Sırlar ve Baştan Çıkarmanın Anatomisi
Dizi, olimpik başarının peşinde koşmanın getirdiği muazzam fiziksel ve psikolojik bedeli derinlemesine inceliyor ve bu amansız baskının etik sınırları nasıl aşındırdığını gözler önüne seriyor. Ana temalardan biri, bedenin hem performans için ince ayarlanmış bir makine hem de markalaştırılıp satılacak ticari bir nesne olarak ele alınması. “Mükemmel bedenler” etrafında kurulan dizinin estetiği, atletik performansın kamusal gösterisini karakterlerin kırılganlıklarını ortaya çıkaran özel ve samimi anlarla yan yana koyarak sürekli bir gerilim yaratıyor. Sıkça yer verilen bu ateşli sahneler, anlatıya hizmet ederek güç dinamiklerini değiştiriyor ve karakter gelişimini ilerletiyor. Bu durum, bedenin bir “araç” ve bir “varlık” oluşu arasındaki güçlü çatışmayı besliyor. Dahası, kuir temalar sadece mevcut olmakla kalmıyor, aynı zamanda dizinin kimliğinin temel taşını oluşturuyor. Cesur LGBTQ+ temsili ve her yere sinen homoerotik gerilim, yapımı Élite‘in kuir anlatıları sahiplenme mirasının bariz bir halefi olarak konumlandırıyor.
Yaratıcı Koltuğundaki Stratejik İsimler
Dizi, stratejik olarak bir araya getirilmiş bir yaratıcı ekibin imzasını taşıyor. Jan Matheu, Laia Foguet ve Ibai Abad tarafından yaratılan projenin yönetmen koltuğunda, her biri kendi alanında özenle seçilmiş isimler oturuyor. Marçal Forès, başrol oyuncusu Clara Galle ile daha önce Penceremden (A través de mi ventana) film serisinde çalışmış, gençlik türünde rüşdünü ispatlamış bir yönetmen. Ana Vázquez, dizinin ruhani selefi sayılabilecek Élite‘in bölümlerini yöneterek projeye doğrudan bir deneyim aktarırken, kıdemli Arjantinli yönetmen Daniel Barone ise drama yönetmenliğindeki zengin birikimini diziye taşıyor. Zeta Studios’un bu yetenek karması, başarılı bir formülü daha da ileriye taşımayı hedefleyen bilinçli ve incelikli bir yaklaşıma işaret ediyor.
Netflix’in İspanyolca İçerik Kütüphanesinde İddialı Bir Giriş
Yüksek tempolu draması ve hırs, etik ve kimlik üzerine yaptığı derinlemesine analizlerle Olympo, Netflix’in İspanyolca içerik kataloğuna dinamik ve katmanlı yeni bir soluk getiriyor. Dizi, seleflerinin başarılı iskeletini kullanarak, zaferin bedelini sorgulamak için elit sporların zorlu dünyasını güçlü bir mercek olarak kullanıyor ve bu sayede kendine özgü bir alan yaratmayı başarıyor. Sekiz bölümden oluşan Olympo‘nun ilk sezonu 20 Haziran’da Netflix‘te prömiyerini yaptı.